Müslüman bir ailede doğmanın ya(za)rarı

hacc_suresi_15-16-dunya-ahiret-yardim

Müslüman bir coğrafyada/ailede doğup da kendini müslüman olarak nitelendiren insanlar kendilerini şanslı hisseder. Çünkü bu topraklarda doğduğu için müslüman olmuştur, mazaallah İskoçya’da doğsaydı müslüman olamayacaktı örneğin.

O halde kendimize şu soruları sorabiliriz:
1- Müslüman bir coğrafya/aile içinde doğmasaydık nasıl müslüman olabilirdik ya da olmaya imkan yoksa bu haksızlık değil mi?
2- Müslüman bir coğrafya/aile içinde doğmamız bizim başarılı müslüman olmamızı mı sağlar?

Allah her insana kendini tanıma imkanı ve bir tevhid bilinci yerleştirmiştir, yani Allah’ın yarattığı ayetleri görebilmemiz, akledebilmemiz ve bunların Allah’dan geldiğine inanabilmemiz için gerekli alt yapı insana nakşedilmiştir. Araf 172. de bahsedilen bellerinden zürriyet alma; sırt bölgesindeki yumurtalıkların, ana karnında 8. den 20. haftaya kadar aşağıya dogru yol almasıdır ve bu haftalarda Allah her kulundan şahitlik ister. Ayrıca Secde 9‘da belirtildiği gibi bu haftalarda (14-15) ruh da üfleniyor, yani tevhid bilinci yerleştiriliyor.

Bu ayetler ışığında insanın temelinin sağlam atıldığını, nerede ve nasıl bir ailede doğduğunun önemi olmaksızın Allah’a, Kuran’a yönelmesinin sadece ve sadece kendi elinde olduğunu anlıyoruz. Zira Allah dileyene hidayet verir.
…bilakis Allah dileyene hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” (Kasas 56. Ayrıca bkz. Fatır 8, 22, Hadid 21, Tekvir 2728, Hac 16)

Öte yandan müslüman bir ailede doğup da kendini müslüman olarak nitelendiren müminlerin arasında Kur’an’ın yani Allah’ın bir çok emrinden bihaber yaşayan müslümanlar bulunuyor. İnsanların en büyük görevlerinden olan akletme-sorgulama emrini (Sad 29, Zümer 9, Âl-i İmrân 190191) maalesef hayatımıza aktaramıyoruz. Dolayısıyla aklımızı çalıştırarak cevap aramamız gerekirken, kucağımıza din diye konulanı sorgulamadan hayatımızı sürdürüyoruz.

“Kucağa konulan din” benzetmesini Kur’an’da anlatılan resul kıssalarından esinlenerek yaptım. Zira Allah’ın yolladığı elçilerin en fazla karşılaştığı reaksiyonlardan biri de “…biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” (Bakara 170. Ayrıca Maide 104, Araf 28, 70, Yunus 78, Hud 62, 87, İbrahim 10, Enbiya 53, Şuara 74, Lokman 21, Sebe 43, Zuhruf 22) olmuştur.

Bir müslümana gidip de “Allah’ın indirdiğine uy” desek, muhtemelen bizim onunla dalga geçtiğimizi sanır. Halbuki Kur’an’dan anladığımız kadarıyla böyle bir durumla karşılaştığımız zaman takınacağımız tavır çok mühimdir. Zira “kucağa konulan din” ister doğru ister yanlış olsun muhakkak sorgulanmalıdır. Aynı şekilde herhangi bir kitabı okuyunca ya da alimi dinleyince, onun peşinden sorgusuz sualsiz gitmememiz gerektiği de ortadır.

O halde yapılması gereken bazı işlemler vardır. Bunun için Erdem Uygan’ın “De ki “Ne dersiniz?! Ya O Allah Katındansa!..” isimli yazısını tavsiye ederim. Ayrıca bu yazıyı yazarken Akın Gözükan’ın “Kuran’ın Büyük Farzı: Sorgulamak” yazısından da esinlendim.

 

Yorum bırakın